BenSalih Tetik, bu video da çanakkale savaşı nı 1915 te gerçekleşen kahraman lıkların konu edildiği film leri listeledik. Hepinize iyi seyirler dilerim :)Tı I. Dünya Savaşı sırasında, 1915-1916 yıllarında Gelibolu Yarımadası’nda yapılan, Osmanlı Devleti ile İtilaf Devletleri arasında geçen kara ve deniz muharebelerinin genel adı olan Çanakkale Savaşı’nda İtilaf Devletleri’nin en güçlü saldırısı, 18 Mart 1915 günü gerçekleşmiş ve Birleşik Donanma ağır İçindekiler1Çanakkale Savaşı Anıları: İngiliz Başkomutanı General Hamilton2 17 Ağustos 1915 MUSTAFA KEMAL’İN YÜCE MİLLETİMİZE BAĞIŞLANDIĞI AN (Kendisi Anlatıyor)3 MEHMETÇİĞİN ÇANAKKALE SAVAŞI’NI KAZANDIRAN YÜKSEK KARAKTERİ (Kendisi Anlatıyor)4 Mustafa Kemal Tarihteki en büyük savaşlardan biri olan ve Türk tarihine Çanakkale Zaferi olarak geçen Çanakkale Çanakkale Savaşı’nın Türk tarihindeki önemi ile ilgili araştırma yapınız. sorusunun cevabını kısaca yazdık. 8. sınıf Türkçe ders kitabı cevapları. Çanakkale Savaşı’nın Türk Milleti’nin tarihinde büyük bir önemi vardır. Bu savaşın önemi ile ilgili kısaca şunları yazabiliriz. Azerbaycan Azeri Mp3 Forum > Hanımlara ve Baylara Özel > Kadınlara Özel > Çocuklar için > çanakkale geçilmez (18 mart çanakkale zaferi, çanakkale savaşı ile ilgili, şehitler g Merhaba. Sitemize İlk Ziyaretiniz İse Lütfen Kayit Olunuz.Teşekkürler. Çanakkale Savaşı, I. Dünya Savaşı sırasında 1915-1916 yılları arasında Gelibolu Yarımadası'nda Osmanlı Devleti ile İtilaf Devletleri arasında yapılan deniz ve kara muharebeleridir. Birçok insan Çanakkale Zaferi hakkında bilgileri araştırıyor. bApGE. Türkiye’de hem Kemalist hem de İslamcı/muhafazakâr tarih okumalarında mitleştirme eğilimi çok belirgindir. İnsanlar belli bir kampın adamıysa tarihi bugünkü pozisyonlarını ve ideolojilerini meşrulaştıracak bir tahkimat aracı olarak kullanırlar. Dolayısıyla en öznel tarihçi bile bildiği halde gerçeklerin aslında mitlerden “biraz” farklı olduğunu anlatamaz hale gelir. Tarih aktüel siyasetin bir propaganda aracına dönüşünce kaçınılmaz olarak araçsallaşır ve bir propagandaya dönüşür. Zaten kimsenin de gerçeği merak etmediği ve gerçeğin peşinden gitmediği, konforunu bozmak istemediği bir ortamda tarihin hamasi bir propagandaya dönüşmesi için gerekli toplumsal uzlaşı da böyle ortaya çıkmış olur. Çanakkale Savaşı anlatılarında ilgi çekici olan şeylerin başında Kemalist tarihçiler ile İslamcı/muhafazkar tarihçilerin savaşın önemine yaklaşımında anlatımın dozu açısından farklılıklar görülmesidir. Benim gibi ellili yaşların başında olanlar Çanakkale savaşlarının örgün eğitim döneminde bu derece yoğun anlatılmadığını Birinci Dünya savaşı içinde çok başarılı bir savunma savaşı yapılan bir cephe olarak bahsedilip Atatürk’ün savaştaki rolüne çokça yer verildiğini bilirler. Atatürk’ün savaştaki rolünü öne çıkarmak ve savaşı onun üzerinden anlatmak Kemalist tarih anlatısı açısından anlaşılır bir durumdur ve sonuçta Atatürk savaştaki rolü abartılarak neredeyse tüm cephenin komutanıymış gibi anlatılsa da ortada Atatürk’ün savaşta ciddi yararlılık göstermiş başarılı bir komutan olduğu gerçeği bulunmaktadır. İslamcı/muhafazakâr tarih anlatısı için aynı şeyi söylemekse pek mümkün değildir. Öncelikle bu savaşı son 20 yıllık süreçte tarihsel gerçekliğini yeniden yazarak anlattıklarını ve hoşlarına gitmeyen ve anlattıkları hikâye ile çelişen pek çok şeyi görmezden geldiklerini hatta farklı anlattıklarını söyleyebiliriz. Bunun bilgi noksanlığından olmadığı bir tercih olduğu ve İslamcı muhafazakar siyasetin kendi tarihsel anlatısına ihtiyacı olduğu da açıktır. İslamcılar bu noktada Kemalist tarih anlatısının Milli Mücadele ve Kurtuluş Savaşlarının ve o savaşların kahramanı olan Atatürk’ün karşısına içinde Atatürk’ün baş rolde olmadığı bir kahramanlık ve kurtuluş destanı çıkarma ihtiyacı duymuş ve bu nedenle Çanakkale Savaşını bir alternatif islamcı/muhafazakâr bir destan olarak yeniden kurgulamış olabilirler. Oysa Çanakkale Savaşında böyle bir anlatıyla çelişki oluşturacağı apaçık pek çok unsur vardır. Öncelikle Çanakkale Savaşı’nda Atatürk’ün karşısına çıkarılabilecek ve İslamcı/muhafazakar anlatıyı destekleyecek komutanlık düzeyinde bir figürden bahsedemeyiz. Bu durumda onlar için savaşı, komuta kademesini anlatının dışında bırakan ve askerlerin fedakarlıkları ve din, iman aşkıyla adeta cihad ettikleri, beyaz atlı evliyaların da savaşa katıldığı bir din savaşı olarak kurgulama ihtiyacı doğduğu söylenebilir. Ancak savaşın Almanya ile birlikte yine diğer emperyal Batılı güçlere karşı savaşan Osmanlı’nın Almanya’nın işini savaşta kolaylaştırabilmek ve galip gelmesini sağlamak için tuttuğu bir cephe olduğu gerçeği bu anlatıyı zedeleyeceği için kurgudan çıkarılmıştır. İslamcı anlatı açısından problem oluşturacak bir diğer gerçekse savaşa bizi sokanların II. Abdülhamit’i deviren İttihatçılar olduğudur. Yani bu din savaşının yerel uygulayıcıları pek de dindar diyemeyeceğimiz İttihatçılardır. Almanya bu savaşa sadece silah ve mühimmat yardımı yapmamış aynı zamanda pek çok Alman subay ve asker de savaşta yer almıştır. Bizzat cephe komutanının da Liman Von Sanders olduğunu hatırlatmakta fayda vardır. Bu nedenle emperyalistler arası bir paylaşım savaşında Almanya’nın çıkarları için oluşturulmuş bir savunma cephesinin neden bir din savaşı veya cihad olduğunu açıklamak pek kolay olmasa gerek. Bu noktada İslamcı/muhafazakâr tarih anlatısını sıkıntıya sokacak ikinci unsursa aslında ortada bize saldıran Batılı haçlı güçlerinin olmadığıdır. Osmanlıyı yöneten İttihatçılar Almanya ile savaşa girerlerse ve kazanacağına emin oldukları Almanya bu savaştan muzaffer olarak çıkarsa bunun Osmanlı’nın ve elbette onların da yararına olacağına inanmışlardı. Bu yüzden ilk saldırıyı Rusya’nın iki Karadeniz limanını bombalayarak kendileri başlattılar. Öte yandan Çanakkale’ye yığılan Batılı emperyal güçlerin derdi Çanakkale’yi geçip bir Anadolu’yu işgal hareketi başlatmak değil Karadenize açılıp dostları olan ve ülkesindeki iç karışıklıklar yüzünden zor durumda olan Rus Çarına yardım götürmekti ancak işler düşündükleri gibi gitmedi çok iyi örgütlenmiş kahramanca bir dirençle karşılaştılar. Çanakkale’deki bu direnç sayesinde Batılarca Rus Çar’ına verilmek istenen destek verilemedi ve Rusya’da Çarlık, Bolşevik ihtilaliyle devrildi. İktidara gelen Komünistlerse savaştan çekildiler. Özet olarak söyleyecek olursak İslamcı/muhafazakâr tarih anlatısında yer aldığının aksine bu savaş; bir din savaşı ve cihad değildi, ikincisi saldırgan taraf bizdik ve Batılı emperyal güçlerin amacı bize saldırmak değil Rusya’ya yardım götürmekti. Abdülhamit’i deviren İttihatçıların, Almanya’nın yanında yer alarak girdikleri bu savaşın neticede Almanya’ya faydası olmadı ve Almanya savaştan yenilerek çıktı. Çanakkale savaşlarının İslam dünyasına bir faydası oldu mu bilmiyorum ama Rusya’da komünizmin iktidara gelmesine ve seksen yıl boyunca bir süper güç olarak hüküm sürmesinde çok önemli bir etkisi olduğu açıktır. Bir diğer açık olan şeyse çoğunluğu doğal olarak Türk olmak üzere Kürt, Arap, Alman, Rum, Ermeni yüzbinin üstünde vatan evladının kahramanca bir direnişle canlarını verdiğidir. Son olarak yazımızı konu üzerine çok değerli araştırmaları olan Prof. Dr. Ayhan Aktar’dan bir alıntıyla bitirelim. “I. Dünya Savaşı emperyalist güçler’ arasında bir paylaşım savaşı ise, bu savaşta Osmanlı Devleti’nin müttefiki emperyalist’ aynı zamanda Hıristiyan’ olan Almanya, Avusturya- Macaristan ve Bulgaristan idi. İttihat ve Terakki hükümeti, bu büyük paylaşım savaşında bir koyup, üç almak amacıyla’ daha 2 Ağustos 1914 tarihinde Almanya ile gizli ittifak’ anlaşması imzalamış ve hemen ertesi gün seferberlik ilan etmişti. Osmanlı Donanması, 29 Ekim 1914 günü Rus Donanması’na ateş açıp, Rus limanlarını bombalayarak savaşı başlatmıştır. Burada Osmanlı Devleti, ülkesini savunan mazlum ve mağdur’ taraf değil; düpedüz savaşı başlatan saldırgan’ taraftır. Çanakkale’yi savunan Osmanlı V. Ordusu’nun başında Alman Generali Liman von Sanders vardı. Osmanlı Ordusu’nun Genelkurmay Başkanı ise, Fritz Bronsart von Schellendof Paşa’ydı. Bugün ayrı birer devlet olan Suriye, Irak gibi Arap ülkeleri 1914 yılında birer Osmanlı vilayeti idiler. Bu vilayetlerden askere alınanlar da zaten Osmanlı vatandaşı’ olarak doğmuşlardı. Özel olarak, “bizim yanımıza gelmeleri” diye bir şey söz konusu değildi, onlar sadece mecburi askerlik görevlerini yerine getiriyorlardı. Dolayısıyla, Almanların parası, askerî yardımları ve Alman komuta heyetinin aktif katılımı ile sürdürülen, İttihatçıların kendi ince hesapları sonunda yangından mal kaçırır gibi’ girdikleri bu savaşı Haçlı Seferleri’ne benzetmenin tek bir gerçek yanı yoktur.” Uğur TüreKamu Yönetimi Bilim Uzmanı, Coğrafya Eğitimcisiugurture ÇANAKKALE CEPHESİ’NDEN BASINA MEKTUP ÇANAKKALE ZAFERİ, SAVAŞI İLE İLGİLİ MEKTUPLAR, CEPHEDEN MEKTUPLAR Bir süreden beri buradayız. Mondros limanı’ndaki çok ilginç böylesine bir durum ne bu güne kadar görülmüştür, ne de bundan sonra görülecektir. Mondros küçük koyları olan resim gibi çizilmiş geniş bir liman. Limanda en son model savaş gemileri yanı sıra ağır toplarıyla zırhlılar, torpido gemileri, trol tekneleri, buharlı elektrikli çantalar, kotralar botlar… Birçok İngiliz ve Fransız gemisi. Birde rus kruvazörü var. askolt beş bacalı garip görünümlü bir gemi Queen Elizabth Triump, Majestic vs. Askerlerimiz; uzun gecikmelerden sonra yola çıkacaklarından memnun, mutlu, moralleri yüksek ve kararlı. Onları taşıyan bütün gemiler, 24 Nisan akşamı sirenler arasında tek tek geçip limandan cıktılar. Özellikle Avustralyalı ve Yeni Zelandalı askerler kolonilerden gelenlerin savaşta neler neler başarabileceklerini göstermek için sabırsızlanıyorlar. Çoğunluğu kışı Mısırda çölde geçirdiler. Avrupa cephesine yollanmadıkları için de düş kırıklığı içinde idiler. Ama işte şimdi isteyip bekledikleri fırsat yaklaşıyordu. En iyisi de başarmaya azimli idiler. Bandoların çaldığı müzik ile askerlerin çoşkulu çığlıkları arasında nakliye gemileri limandan ayrıldılar. Fransız ve İngiliz gemileri birbirinin yanından geçerken özellikle cok nazik bir şekilde selamlaşıyorlardı.! Nede olsa ortak bir harekata girişiyorlardı. Taraflar birbirinin değerini takdir etmeyi öğreneceklerdi. İngiliz gemileri geçerken baktım, her birinin yan tarafları da ve büyük harflerle şöyle yazılmıştı “ÖNCE İSTANBUL’A SONRA HAREMLERE HÜCUM!” müttefik Akdeniz sefer kumandanı Jean Hamilton; Fransız ve İngiliz askerine şu mesajı yayınladı, “Önümüzde, modern savaşların benzerini görmediği büyük ve tehlikeli bir macera bizleri bekliyor. Donanmadaki arkadaşlarımızla birlikte, düşmanın geçilmez dediği açık bir sahile çıkarma yapmak için mücadele edeceğiz. Bu çıkarma Allah’ın ve donanmanın yardımı ile başarılı olacaktır! Düşman mevzilerine hücum edilecek ve savaş, muhtemelen sonuca doğru bir adım daha yaklaşmış olacaktır! Unutmayın! Gelibolu Yarımadası’na bir kere ayak basınca işi bitirene kadar mücadele edeceksiniz. Tüm dünya ilerleyişimizi izlemektedir! Bizlere sunulan bu büyük kahramanlığa layık olduğumuzu kanıtlayalım! Pek yakında zafer bizim olacaktır…” 3 Mayıs 1915 Limni Adası Montros Lim. YAZAN Binb. ALEXANDER Avustralya Argus Gaz. Yay. Alıntı Prof Dr. A Mete TUNCOKU Anzaklar kaleminden Mehmetçik 31,31 HASAN ETEM’İN VALİDESİNE SON MEKTUBU ÇANAKKALE ZAFERİ, SAVAŞI İLE İLGİLİ MEKTUPLAR, CEPHEDEN MEKTUPLAR Mektubu yazan, ihtiyat zabit yedek subay namzedi Hasan Etem, İstanbul Hukuk Fakültesi son sınıfına devam ederken aynı zamanda Beyazıt Nümune Mektebi’nde öğretmendi. Düşmanın Çanakkale’ye dayandığını işittiğinde gözünü kırpmadan binlerce akranı gibi cepheye koştu. Gönüllü yazıldı. Bu onun son mektubuydu. Bu mektubu yazdıktan iki gün sonra Maydos Eceabad’da şehit oldu… Not Mektuptan mekan ve zaman tam olarak anlaşılamıyor. çıkartma öncesi yazıldığı görülüyor. Bu da ortam hakkında net bilgi veremiyor. Çıkartma öncesi da nasıl şehit olabileceği açık değil. Rumi-Miladi dönüşümlere dikkat edilmemiş olabilir. Valideciğim, Dört asker doğurmakla müftehir şanlı Türk annesi, Nasihat-amiz mektubunu Divrin Ovası Nığde gibi, güzel, yeşillik bir ovacığın ortasından geçen derenin kenarındaki armut ağacının sayesinde otururken aldım. Tabiatın yeşillikleri içinde mest olmuş ruhumu bir kat daha takviye etti. Okudum, okudukça büyük dersler aldım. Tekrar okudum. Şöyle güzel ve mukaddes bir vazifenin içinde bulunduğumdan sevindim. Gözlerimi açtım, uzaklara doğru baktım. Yeşil yeşil ekinlerin rüzgara mukavemet edemeyerek eğilmesi, bana, annemden gelen mektubu selamlıyor gibi geldi. Hepsi benden tarafa doğru eğilip kalkıyordu ve beni, annenden mektup geldi diyerek tebrik ediyorlardı. Gözlerimi biraz sağa çevirdim güzel bir yamacın eteklerindeki muhteşem çam ağaçları kendilerine mahsus bir seda ile beni tebşir ediyorlardı. Nazarlarımı sola çevirdim çağıl çağıl akan dere, bana validemden gelen mektuptan dolayı gülüyor, oynuyor, köpürüyordu … Başımı kaldırdım, gölgesinde istirahat ettiğim ağacın yapraklarına baktım. Hepsi benim sevincime iştirak ettiğini, yaptıkları rakslarla anlatmak istiyordu. Diğer bir dalına baktım, güzel bir bülbül, tatlı sedasıyla beni tebşir ediyor ve hissiyatıma iştirak ettiğini ince gagalarını açarak göstermek istiyordu. İşte bu geçen dakikalar anında, hizmet eri -Efendim, çayınız, buyrunuz, içiniz, dedi. -Pekala dedim, aldım baktım , sütlü çay… -Mustafa bu sütü nereden aldın? dedim. -Efendim, şu derenin kenarında yayıla yayıla giden sürü yok mu? -Evet dedim. Evet ne kadar güzel. -İşte onun çobanından 10 paraya aldım. Valideciğim, on paraya yüz dirhem süt, su katılmamış. Koyundan şimdi sağılmış, aldım ve içtim. Fakat yukarıdaki bülbül bağırıyordu “Validen kaderine küssün, ne yapalım. O da erkek olsaydı, bu çiçeklerden koklayacak, bu sütten içecek, bu ekinlerin secdelerini görecek ve derenin aheste akışını tetkik edecek ve çıkardığı sesleri duyacak idi” Şevket merak etmesin o görür, belki de daha güzellerini görür. Fakat valideciğim, sen yine müteessir olma. Ben seni, evet seni mutlaka buralara getireceğim. Ve şu tabii manzarayı göstereceğim. Şevket, Hilmi kardeşleri de senin sayende görecekler. O güzel çayırın koyu yeşil bir tarafında, çamaşır yıkayan askerler saf saf dizilmişler. Gayet güzel sesli biri ezan okuyordu. Ey Allah’ım , bu ovada onun sesi ne kadar bile sustu, ekinler bile hareketten kesildi ,dere bile sesini dereden ben de bir abdest ile namazı kıldık..O güzel yeşil çayırların üzerine diz dünyanın dağdağa ve debdebelerini kaldırdım , gözümü yukarı diktim , azımı açtım ve dedim -Ey Türklerin Ulu Allah’ı. Ey şu öten kuşun, şu gezen ve meleyen koyunun, şu secde eden yeşil ekin ve otların şu heybetli dağların Halıkı. Sen bütün bunları Türklere verdin. Yine Türklerde bırak. Çünkü böyle güzel yerler, Sen’i takdis eden ve Sen’i ulu tanıyan Türklere mahsustur. Ey benim Rabbim ! Şu kahraman askerlerin bütün dilekleri; ism-i Celalini İngilizlere ve Fransızlara tanıtmaktır. Sen bu şerefli dileği ihsan eyle ve huzurunda titreyerek, böyle güzel ve sakin bir yerde sana dua eden biz askerlerin süngülerini keskin, düşmanlarını zaten kahrettin ya, bütün bütün mahfeyle. ”Diyerek dua ettim ve kalktım. Artık benim kadar mes’ut, benim kadar mesrur bir kimse tasavvur edilemezdi. Oğlun GAZİ MUSTAFA KEMAL PAŞA Türkler’in başka. M. Kemal’in Omega saatinin parçalanması suretiyle kendisine hiçbir şey olmamasıdır. Bu olay, Anadolu’nun pek çok yerinde, farklı şekilde anlatılır. Bu olay’ yazılı olarak en güzel şekilde Ruşen Eşref Ünaydın’ın “Mustafa Kemal ile Mülakat” adlı eserinde şöyle verilir “Buraya kadar muhaveremizi sakin bir vaziyette dinleyen Yüzbaşı Cevat Bey, Paşa’nın yaveri, kalın, sertliği hoşa giden bir sesle _”Bu şarapnel parçasından biri Paşa’nın göğsünü okşamıştır!”dedi. _Nasıl? Dedim. Paşa, tespihi ile oynuyordu. Cevat Bey, parlak çizmelerindeki mahmuzları şıkırt yaparak, göğsünün sol tarafındaki nişan kurdeleleri sırası ve ipek kordonu kabaresine şöyle anlatıyordu -Bulunduğumuz yer tamamen muhacimlerin arası da ilerleyen efradımızı seyrederken göğsüne bir şeyin kuvvetlice çarptığını duymuştur. -Evet sağ taraftan ceketimde bir kurşun yeri bulunan zabitRahmetli Nuri Canker Bey”Efendi,vuruldunuz” böyle bir söz şuyu bulursa askerimizin kuvve-i maneviyesi üzerinde yapacağı tesiri düşündüm. Elimle zabitin ağzını kapadım. “Sus” dedim. Cevat Bey devam ediyordu. -“Bir şarapnel misketi,göğsünün sağ tarafını tamamen Omega saatinin bulunduğu cebe isabet parça parça oldu, fakat o darbe,Paşanın göğsünde hafif bir leke bırakmaktan ileri geçmemiştir.”dedi. -O saat sizin için tarihi bir miyim efendim?dedim. Paşa -“O saatin enkazını,bu muharebeden sonra Liman Paşa hatıra olarak da kendilerinin aile-i asalet armasını havi bulunan saatlerini verdiler. Cevat Bey saati markalı siyah bir bir taç ve “ markaları ve Paşanın kırılan saatide Mekteb-i Harbiyeden beri sakladığı Omega markalı kuvvetli bir talebe saati Bey Zenınnth marka bir bilezik saatini gösterdi ki onu Mustafa Kemal Paşaya o kurşunun değdiği esnada yanında bulunan genç Mülazım vermiş. Askerin bu kadar yanında giden, onlara ön ayak olan bir Kumandana en zorlu düşmanların bile dayanamayacağına aklım eriyordu. Omega saati,Türk milleti için kendini feda etti,Komutan Mustafa Kemal’i kurtardı. Türk ordusunun Kumandanını,Türk milletini,Ortadoğu’yu, insanlığı kurtardı. Çanakkale savaşı hakkında kısa hikayeler SEYİT ONBAŞI 1889-1939 Seyit Onbaşı, 1889 yılının Eylül ayında Havran İlçesi Çamlık Manastır köyünde dünyaya geldi. Babasının adı Abdurrahman, annesinin ki Emine idi. Seyit, 1909 yılının Nisan ayı başlarında askere alındı. 1912′de Balkan Savaşları’na katıldı. Savaş bitiğinde terhis edilmedi ve topçu eri olarak Çanakkale Cephesi’nde görev aldı. Çanakkale Savaşları’nda gösterdiği kahramanlıkla adını Türk tarihine yazdırdı. 18 Mart Deniz Savaşı sırasında, Rumeli Mecidiye Tabyası’nda ayakta kalabilen tek top vardı onun da mermi kaldıran vinci bozulmuştu. Seyit Onbaşı büyük bir güçle 215 Okkalık mermiyi üç kez kaldırarak namlunun ucuna sürmüş ve bu kahramanlığı ile Ocean gemisi büyük bir yara almıştı. Seyit Onbaşı 1918 sonbaharında köyüne döndü. Sanatı olan ormancılık ve kömürcülüğe devam etti. 1934 tarihinde yürürlüğe konan soyadı yasasıyla “Çabuk” soyadını aldı. 1939 yılında akciğerlerindeki rahatsızlık nedeniyle vefat etti. KINALI HASAN Çanakkale’de araştırmacı-yazar Salim Dağ ile beraberiz. Salim Bey’in hazırlamış olduğu birçok kitabın konusunu Çanakkale Muharebeleri teşkil ediyor. Edirneli bu muhterem insan, Kayseri’de de öğretmenlik yapmış. Bendeniz de Kayserili bir eğitimci olarak Edirne’de beş yıl öğretmenlik yaptığım için ortak taraflarımız da çoktu. Benim Çanakkale’yi gezmek gibi, onun da anlatmak gibi bir görevi vardı. Böylece onun tatlı dilinden Çanakkale ile ilgili birkaç hatırayı da dinleme fırsatı buldum. Bunlardan birisi Çanakkale’de şehit olan askerlerimizden Yozgatlı Hasan’la ilgili. Yozgatlı Hasan’ın lakabı da “Kınalı Hasan” olmuş Çanakkale’de. Hasan, Yozgat ilinin Sorgun kazasına bağlı Kara Yakuplar köyünden… Daha bıyıkları terlememiş bu delikanlı, kendisi gibi gencecik arkadaşları ile beraber yayan yapıldak yürüyerek Yozgat’tan çıkıp Çanakkale’ye ulaşmışlar. Burada 64. Piyade Alayı, 1. Tabur, 2. Bölüğe intisap edip çakı gibi Mehmetçik olmuşlar. Zaten taburlar, alaylar Çanakkale’de eriyip bittiği için cepheye gelen gönüllülere şiddetle ihtiyaç vardır. İkinci bölüğün komutanı Yüzbaşı Sırrı Bey, askerlerini savaşa hazırlamak için onların talimlerinden boş kalan istirahat anlarında onlarla tanışıp konuşmaya başlardı. Böyle bir vakitte Yüzbaşı Sırrı Bey, Yozgatlı Hasan’la da tanıştı. Hasan’ın başındaki kına Sırrı Bey’in dikkatini çekti. Cepheye gelen askerlerin sağ ellerinde, sağ elinin üç parmağında ya da sağ ayağının parmaklarında kına görmeye alışıktı Sırrı Bey ama baştaki kınayı ilk defa görüyordu. Hasan’a bunun mânâsının ne olduğunu sorduğunda Hasan utandı, üzüldü ve dedi ki komutanına -Komutanım, buraya geleceğim vakit anam yaktı bu kınayı. Ben de niye diye sormadım. Sırrı Bey -Öyleyse bir mektup yaz da sor bakalım, biz de öğrenmiş olalım. Hasan -Ben yazı yazmasını bilmem ki komutanım. Sırrı Bey -Öyleyse sen söyle bölük yazıcısı yazsın köyüne, bakalım ne cevap gelecek? Hasan -Baş üstüne komutanım. Bir istirahat anında bölük yazıcısı Hasan’ın yanına gelir. Hasan söyler, o yazar. Selam kelamdan sonra Hasan, bulunduğu yerin güzelliğinden, çiçeklerin kokusundan, arkadaşlarının dostluğundan, komutanının tatlı dilinden bahsettikten sonra, konuyu kınaya getirir. -Anacığım, kumandanım saçımdaki kınayı sordu, ben bilemedim. Arkadaşlarımın arasında mahcup oldum. Kardeşlerimi askere gönderirken sakın onların saçlarını kınalama. Onlar benim gibi mahcup olmasınlar. Kınanın bir mânâsı varsa bildir de kumandanıma söyleyeyim. Mektup Yozgat yollarına çıkar. Cevap gelir mi gelmez mi, anasına ulaşsa okur mu, okutur mu belli değil. Lakin Çanakkale’de sırtlan gibi saldıran düşmana karşı koymak lazım geldiği için ihtiyat kuvvetlerinin fazla bekleyecek zamanı yoktur. 2. Bölük de savaşın en çetin alanlarında görev yapar. Bu öyle bir harptir ki, dünyada eşi benzeri olmayan bir vahşet yaşanmaktadır. Anadolu’nun kınalı koç yiğitleri, ellerindeki kıt imkanlarla, adeta etten bir duvar örüp düşmana geçit vermeden namusları için, vatan için buruşmaya başlamışlardır. Bu ateş cehenneminde nice kınalı koç yiğitlerimiz, körpecik delikanlılarımız şehit olmakta, Avrupalının kan içen canavar makineleri, gemileri, topları Gelibolu’yu bir kan gölüne çevirmektedir. Aradan iki ay geçmiştir. Bir gün Yüzbaşı Sırrı Bey’in bölük karargahına birkaç mektup ulaşmıştır. Yozgat’ın Sorgun İlçesi Kara Yakuplar köyünün köy katibi mektubu Hasan’ın anasına ulaştırmış ve anasının söylediklerini de yazıp cepheye yollamış. Mektup da anası şunları yazmış “Yavrum, Hasanım, Kınalı Kuzum, Mektubun geldi, sanki dünyalar benim oldu. Köy katibi okudu, ben ağladım. Kumandanını pek sevmişsin, ne güzel! O senin babının yarısıdır. Sakın ola yavrum kumandanının emrinden çıkma, önünden aykırı geçme. Ateşe bas dese basasın yavrum. Kars’tan, Siirt’ten, Adana’dan, Uşak’tan arkadaşların olmuş. Birbirinizi çok sevip iyi geçinirmişsiniz. Elbette öylesi yakışır yavrum. Onlar senin dünya ahret hakiki kardeşlerindir. Sakın onları incitme yavrum. Südümü sana helal etmem. Kumandanın saçındaki kınayı sormuş. Bunda bilmeyecek ne varmış ki yavrum? Bizim burada Allah için kurban seçilen koçların başını kına ile süslerler. Ben de dört kardeşin içerisinde en çok seni sevdiğim için seni Hz. İsmail’e kardeş seçtim. O da kurban edilmek istendiğinde kınalanmamış mıydı? Yavrum, kıyamet günü, mahşer yerinde, o kına senin işaretin olacak, o kalabalıkta seni kolayca bulacağım. Aha işte benim kınalı kuzum da burada deyip seni bağrına basacağım. Anan Hatçe” Sırrı Bey, iki gözü iki çeşme mektubu okur. Sonra posta erini çağırır. -Şu Yozgatlı Kınalı Hasan’ı bulun bakalım. Mektubunu ona ben okuyacağım, onun okuması yoktu. Çok geçmez posta eri geri döner. -Kumandanım Hasan bir hafta önce Arıburnu’ndaki şiddetli muharebede Hakk’a yürümüş. Sırrı Bey, orada göz yaşarı içerisinde yana yakıla bağırmaya başlar - Bilmeliydim, bilmeliydim. Kurbanların kınalı olması gerek. Bu yiğitlerin hepsi de kınalı… vatana kurban seçilip gönderildiler. Bunların hepsi de kınalı kuzu, hepsi de Hasan gibi… Bilmeliydim, bilmeliydim. BULUTUN KORUMASI Menkıbelerde bir başka mucizevî yardım da bir İngiliz Alayının bulutların içinde kayboluşu biçimindedir. Olay şu şekilde anlatılmaktadır; “ O gün Kraliyet Alayı taze kuvvetlerle bu saldırıda görev aldı. Sağ cenahta yer alan bu alay, daha az bir mukavemetle karşılaştığı için hızla ilerlemeye başlamıştı. Alay, Azmak Deresi’ nin kuru yatağını geçmiş, Kayacık Ağrılı mevkiinden Damakçı Bayırı’na doğru yürüyordu. Karşılarında küçük bir tepe vardı. Tepenin üzerinde garip, soluk renkte bir bulut sol taraftaki Ağıl Dere’ ye inmeden tepeye doğru ilerledi ve bulutun içine girip kayboldular. Yâni alanda askerlerin Mestan Tepe’ den şaşkın bakışları arasında 7-8 değişik bulutla daha birleşerek Trakya istikametine doğru uçup gittiler. Orada bulunan 267 İngiliz askerinden hiçbirinin izine bir daha rastlanamamıştır.” NUSRET MAYIN GEMİSİNİN MUTLAK YAKALANIŞTAN KURTULMASI Nusret Mayın Gemisi Çanakkale savaşına noktayı koyacak olan görevine çıktığı gece Karanlık Liman ile Seddülbahir arasındaki mayınları toplayıp yerini değiştirirken O'’nu koruyan Anadolu Feneri de bir İngiliz Gemisi üzerine projektörleri dikmiş ve gemiyi takibe almıştı. Fakat birden Anadolu Feneri arıza yaptı. Nusret Mayın Gemisi telaşla ışıklarını söndürdü. İngiliz gemisi bu sefer kendi projektörleriyle denizi taramaya başladı. Geçen dakikalar içinde Nusret Mayın Gemisi tam yakalanacağı anda birden Anadolu Feneri tekrar çalışmaya başladı. İngiliz gemisinin projektörleri üzerine kendi projektörlerini dikti ve iki ışık arasında kalan Nusret muhakkak bir hezimetten kurtuldu. Görevini yerine getirip geri döndüğünde bu heyecana kalbi dayanamayan gemi kaptanı ,Hakkı Bey’ in naşını da karaya çıkardı. Anadolu Feneri’ nin hiçbir tamirat yapılmadan kendiliğinden çalıştığını öğrenen gemi komutanı Nazmi Bey, bu olayın bir mucize olduğunu daha sonraki günlerde yazdığı günlüğünde bildirmektedir. Bundan başka bulutun koruması ile ilgili anlatılan iki menkıbe daha vardır. Yine “Uçan Türkler” adlı anlatılan bir menkıbe daha vardır. Çanakkale Savaşı İle İlgili Hikaye Kısa, Çanakkale Savaşı Hakkında Hikaye Seyit Onbaşı 1899-1939 Eylül ayında, Havran’ın Çamlık köyünde doğan Seyit, Abdurahman ve Emine’nin çocuklarıdır. 1909 yılında kendisine gelen emre itaat ederek orduya katılır ve 1912 yılında balkan savaşlarında mücadele eder. Balkan savaşının bitişiyle terhis olamayan Seyit , Çanakkale savaşında topçu birliğinde er olarak görev yapar. 18 Mart Çanakkale savaşında, Rumeli topçu birliğinde ayakta kalan tek top bataryasının da vinci bozulmuştur. Seyit Onbaşı gösterdiği insan üstü kudretle topu sırtlayıp bataryaya yüklemeyi başarmış ve yaptığı başarılı atışla düşman gemisini etkisiz hale getirmiştir. Bu sayede adını Türk kahramanlık tarihine kazıyan Onbaşı Seyit. 1934 de gelen soyadı kanunuyla Çabuk soyadını almıştır ve 1939 yılında akciğer rahatsızlığı sebebiyle hayata gözlerini yummuştur.

çanakkale savaşı ile ilgili hikayeler